MAKALE 
         

              
              Şehirler markalaşabilir mi?
Önce sorunun cevabını verelim; “Evet”. Kitabımızın bazı yerlerinde “ürünler, hizmetler gibi sanatçılar, fikirler, hatta şehirler, ülkeler de marka olabilir” dedik. Yani köyler, ilçeler, şehirler, bölgeler, ülkeler markalaştırılabilir, buralara yoğun turist çekilebilir, buralarda yaşayan insanların refah düzeyleri pek ala yükseltilebilir.
Şehirler açısından bakarak “Marka”nın 
              bir özetini yapalım;
              Marka;
              * Öncelikle “Toplam Kalite”dir. Ve öncelikle üründe kalitedir, kaliteli 
              bir üründür. Kalitesiz bir ürün markalaşamaz, önce bunu aklımızdan 
              çıkartmayalım.
              * Sonra iyi işletmedir, yönetimdir,
              * Yönetimde vizyondur,
              * Pazarlama ve İletişim'de kalite, bu konularda da tam olarak profesyonelliktir. 
              
              * Marka imajdır. Bir ürünü kalitesiyle ve bu kaliteye uygun olarak 
              oluşturulan imajla diğerlerinden ayırır,
              * Marka vaattir. Üreticisini haksız rekabetlerden koruduğu gibi, 
              tüketicisine de kalite güvencesi verir.
              * Marka, iyi organizasyon, yüksek pazarlama gücüdür,
              * Marka, hedeflenen kitlelerle iyi iletişimdir,
              * Marka reklamdır, 
              * Büyük kitlelerce tanınmadır, yüksek bilinirliktir,
              * Marka bağımlılıktır, sadık tüketicidir, müşteri mutluluğudur,
              * Marka yüksek fiyata satabilmektir, iyi kazançtır, ticari başarıdır,
              * Marka bir değerdir,
              * Kimliktir, imajdır, prestijdir, 
              * Kamuoyunda saygınlıktır,
              * Üretici firma için güvence, yeni projeler için kuvvetli bir zemindir,
              * Yüksek üretimdir,
              * Mutlu yönetenler ve çalışanlardır,
              * İstikrardır,
              * Rekabettir,
              * Tüketiciyle duygusal bir bağ oluşturma, bir aşk yaratma işidir,
              * Karlılıktır, ticari başarıdır vs, vs...
Şehirlerimize gelince...
“Marka Yönetimi ve İmaj” kitabımızda 
              bahsettiğimiz üzere, “Marka Yönetimi”nde 12 modül vardır. Marka 
              olmak için bu modüllerin tamamının notları “pekiyi” olması gerekir. 
              “Marka”; 12 modülde kaliteyi arttırmakla olur ve bunların içinde 
              en önemlisi “Ürün”dür. Konumuz açısından baktığımızda, burada “ürün”; 
              “şehirler” olmaktadır. Bir şehrin de markalaşması için her konuda 
              kalitesinin arttırılması şarttır. Kalitesiz bir şehir asla markalaşamaz.
              Ürün olarak ele aldığımızda, bir şehri ortaya koyan en önemli unsurlardan 
              biri yapılarıdır. Yani bir anlamda gezilecek-görülecek yerleridir. 
              Bugün dünyada gelişmiş ülkelere, marka olmuş veya olmamış, şehirlerde 
              kolay kolay ne yeni bir yol, ne yeni bir kavşak, ne de meydan yapıldığını 
              göremezsiniz. Yıkılıp, yenisinin yapıldığını hiç göremezsiniz. 
              
              Evet, dünyanın gelişmiş ülkelerinin şehirlerinde, bir yenileme çalışması 
              pek yoktur, göremezsiniz. Olanlar da sadece bir restorasyon, bakım, 
              onarım için tek-tük yapılanlardır. Yani her şey bir kere yapılmış, 
              öylece kalmıştır. Çünkü gelişmiş ülkelerde bir şeyi, bir kere yapma 
              hakkınız vardır; ikinci kez yapma hakkınız ve şansınız yoktur. Yani 
              “beğenmediniz, yık, yeniden yap” yoktur. Bu nedenle yüzyıllardır 
              bütün binalar, caddeler, sokaklar, meydanlar olduğu gibi durur, 
              yeni şeyler sadece şehrin dışına doğru yapılır. Her şey sağlam yapılır, 
              yıllar değil, yüz yıllarca kazma vurulmadan yaşar, yaşatılır. Kısaca 
              geliºmiº ülkelerin dünya şehirlerinde (şehir içlerinde) inşaatlara 
              pek rastlayamazsınız. Yıllarca gidin, çarşılarından dükkanlarına, 
              yollarından, köprülerinden, meydan ve parklarına kadar her şey yerli 
              yerinde öylece durur. Buralarda geçmişe gider, anılarınızı yaşarsınız... 
              
              
              Bir şehri imar etmek kolay bir iş değildir, büyük bütçeler ister. 
              Büyük; özellikle marka olmuş dünya şehirlerini dolaşırken anlarsınız 
              ki, yapılan her şeyde kalite ön plandadır. Sadece küçük bir-iki 
              örnek verecek olursak, Almanya’da yapılan bir yol veya kaldırımın 
              ömrü ortalama 40 yıldır. Evet 40 tam yıl. Ve 40 yıl sonra da, sadece 
              ufak-tefek bakımlar yapılır. Yani yıkılıp, baştan sona kaldırılıp, 
              bir yol, kaldırım veya yapının yerine yenisinin yapıldığını göremezsiniz. 
              
              Birçok büyük dünya ºehrinde 20-30 yılllık otobüsleri, tramvayları 
              kullandıklarını görürsünüz, hepsi pırıl, pırıl, hala yepyenidir, 
              bakımlıdır. Örneğin Boston’da (ABD); neredeyse 150 yıllık metro, 
              yerin altında, hala aynen kullanılmaktadır. Herhangi bir şekilde 
              “sök, yerine yenisini yap” yoktur. Bütün gelişmiş dünya ülkelerinde 
              her şey bir kere yapılmakta, ondan sonra sadece devamlı bakımları 
              yapılmakta, eskimesine, sonra da tarih olmasına, gelecek kuşaklara 
              aktarılmasına özen gösterilmekte, izin verilmektedir. Ve bütün bunları 
              yaparken ülkeler, hem gereksiz israftan kurtulmakta, dolaylı yoldan 
              ekonomileri güçlenmekte, hem de sonra biriken bu değerler turizme 
              sunulmakta, bunlardan ciddi paralar kazanmaktadırlar. 
              
              Bilinen dünya şehirlerinin çoğunda, şehir içlerinde en başta inşaat 
              olmayınca, gürültü, pislik, toz-toprak da pek olmamakta, bu şehirlerin 
              biriken (biriktirilmiş) değerleri, temizlik, sakinlik, güvenlik 
              ve huzurla karıştırılıp, güzel ortamlarda (şehir estetiği içinde) 
              insanlara sunulunca, buralar zaman içinde zaten kendiliğinden marka 
              olmaktadırlar. Örneğin, Venedik, Roma, Paris, Viyana, Prag, Budapeşte, 
              New York, San Francisco hep böyle markalaşmış şehirlerdir. “Markalaşsın” 
              diye yapılmamışlardır; marka olmuşlardır. Markalaşma, öncelikle 
              bir ülke stratejisi ve devlet politikasıdır. 
              Örneklerimize devam edelim; bugün ABD’de büyük devlet binaları (bakanlıklar, 
              okullar, müzeler vs.), hep bazı sanatsal ve anıtsal özellikleri 
              taşıyacak şekilde inşa edilirler. Bunlara dikkatlice bakarsanız, 
              daha şimdiden tarihe yolculuklarına başladıklarını görürsünüz. Hatta 
              öyle ki, bazen turistlerin buraları tarihi eser sanarak, içlerini 
              gezmek, görmek istediklerine bile şahit olabilirsiniz.
Marka; kalitedir
              Kalitesiz bir ürün / hizmet nasıl ki markalaşamazsa, kalitesiz bir 
              şehrin de markalaşması asla mümkün değildir. Yani şehriniz de kaliteli 
              olacak ve onu siz değil, önce “satın alacaklar” (gezip-görmeye, 
              yatırım yapmaya gelenler) beğenecekler; “kaliteli, yaşanır, gezilir, 
              görülür, kalınır, yatırım yapılır” diyecekler. Ve bunu önce orada 
              yaşayan halk, sonra gelen turistler, sonra da yatırımcılar söyleyecekler. 
              Markalaşmak için şehirlerin ürün olarak kalitesini (cazibesini) 
              arttırmamız, yerli-yabancı, tüm hedeflenen kitlelerin ihtiyaç, istek 
              ve beklentilerini yerine getirmemiz şart; buna mecburuz. 
              Bu arada şunu da hatırlatalım, “kalite”; “sadece modern, yeni olan 
              bir şey” demek değildir. Yani “kaliteli şehir”; yepyeni yapıların 
              olduğu “modern şehir” demek değildir. Örneğin eski bir eşya, tertemiz, 
              pırıl pırıl korunmuş klasik veya antika bir otomobil, tertemiz, 
              pırıl pırıl caddeleri, sokakları, evleri ile eski bir şehir de kalitelidir, 
              kaliteli olarak algılanır; algılatılabilir; bu yanılgıdan kurtulalım. 
              Turistler gittikleri ülkelerde, şehirlerde, genellikle ve sadece 
              kendilerinde olmayan “eski”leri arıyor, bunu unutmayalım... 
Marka notu
              Üründe kalite, her şeyiyle bir bütündür. Aynen markada “Marka notu” 
              gibi, müşteri her şeyi duyar, görür, inceler, kullanır, dener ve 
              sonunda size, ürün veya markanıza bir not verir; ve malınızı bir 
              daha ya alır ya da almaz. Birilerine tavsiye eder ya da etmez. Örneğin 
              bir restoranda her şeyin mükemmel olduğunu düşünelim, sadece tuvaletinden 
              bile sınıfta kalmışsa, komple restoran sınıfta kalabilir. Bir şehir 
              de aynen böyledir; her şey güzel olsa da, örneğin bir turist kendi 
              arabasıyla ülkemize gelemiyor, bir araba kiralayıp, alıştığı standarlardaki 
              yollara çıkıp, güvenle arabasını kullanamıyor, gezemiyor, alıştığı 
              kavşakları göremiyor, sola gitmek isterken, kendini sağda buluyorsa, 
              o şehir, hatta komple ülkeniz sınıfta kalabiliyor. Belki bir değil 
              ama üç-dört hata zaten “işi” bitiriyor. 
              
              Buraya kadar yazdığımız sadece bu birkaç sebebin sonucunda bile, 
              marka olmak isteyen birçok şehrimizde turistler otellerinden dışarı 
              çıkmıyor (bunları gazetelerde devamlı okuyoruz), buralardaki süper 
              oteller, süper para kazanamadığı gibi (çünkü turistler 5 yıldız 
              otellerde, her şey dahil, 2-3 yıldız otel fiyatına kalıyor, tatil 
              yapıyor), o şehirlerin esnafı da kan ağlıyor... Unutmayalım, bir 
              şehre sadece ucuz olduğu için çok turistin gelmesi de bir şehri 
              markalaştırmaz. Marka; karlılıktır, yüksek fiyata satabilmektir. 
              Ucuzlukla marka olunmaz.
Markalaşma yolunda küçük bir 
              test
              Bugün birçok ºehirimizde dev projeler yapılıyor, ancak bunlar sadece 
              tek başlarına değil, tamamı biraraya geldiklerinde muhteşem bir 
              görüntü oluşturamadıklarından, şehir estetiğine de pek bir katkı 
              sağlayamıyorlar... Bunun ne anlama geldiğini, çok basit bir örnek 
              veya testle açıklayabiliriz; iyi bir fotoğraf sanatçısını şehrinize 
              çağırın, size bir günün akşamında kaç tane müthiş resim çekip, getirebilecek, 
              bir bakın. Bir katalog oluşturacak kadar, en az 40-50 civarında 
              süper kareler yakalayabilmişse (bizim kriterlerimize göre), “marka 
              olmayı düşünebilirsiniz” diyebiliriz. 
Ülkelerde tarihi eserler
              Bugün Prag’da, şehrin önemli simgelerinden biri olan sadece Prens 
              Charles Köprüsü’nü her gün binlerce turist görmeye gitmektedir; 
              bunu unutmayalım.
              Bugün dünyada Venedik, Roma, Paris gibi şehirler, hemen her şeyleriyle 
              aynen korunmakta, asla eski dokusuna dokunulmamakta, sadece restorasyonlar 
              yapılmakta, buralara turist ve döviz yağmaktadır. Ve sadece Paris’e 
              yılda 50-60 milyon turist gelirken, bizim ülkemizin toplamına gelen 
              turist sayısı hala 25-27 milyonlar civarındadır. 2010 yılında sadece 
              Niagara Şelalesi’ni 27 milyon, Çin Seddi’ni 13 milyon kişi gezmiştir. 
              Bunlar dikkate değer rakamlardır. 
İmaj parametrelerine dikkat!
              Bugün satın aldığımız her türlü üründe insanlar kaliteyi aramaktadır. 
              Yani en fakir insanlar bile kalitesiz bir ürünü artık satın almamaktadır. 
              İmaj ölçümlerinde kullandığımız sistematiğe göre (bkz: “Firma / 
              markalar için imajın önemi, yapılan hatalar, sebep ve sonuçları 
              / İmaj yaratımında önemli bir parametre”), bir ürünün kaliteli olarak 
              algılanabilmesi için 6 basamaklı imaj karnesinde minimum 4. basamakta 
              (B1) bulunmasını gerektirmektedir. 
              Şehirlerde insan nüfusunun, evlerin, binaların artması, (şehirlerin 
              büyümesi) çok yanlış bir şekilde, bir gelişmişlik olarak algılanmakta, 
              algılatılmaktadır. Kalitesiz gelişmeler şehirleri sadece yok eder; 
              yok etmektedir; bunun örneklerini görüyoruz, bunu da unutmayalım.
              
              İmaj sistematiğine bakıldığına, “ürün” olarak oteller bulunmaktadır. 
              Yani biz, 4 yıldız (B1) ve üzeri otelleri kaliteli olarak algılarken, 
              1, 2 ve 3 yıldız otelleri kalitesiz olarak algılarız. Ve bilindiği 
              gibi 4 yıldız ve üstü oteller maksimum doluluklarla çalışıp, iyi 
              paralar kazanırlarken, 1, 2 ve 3 yıldızlı oteller çok zor müşteri 
              bulur, buralara ağırlıklı olarak parasız turistler gelir, dolayısıyla 
              bu otellerin kazandıkları paralar hiç de tatmin edici düzeyde olamaz. 
              İşte bugün, yukarıda bahsettiğimiz şekilde, 2 yıldızlı otellerin 
              düºtüğü durum, yaşadıkları olumsuzlukların benzerlerini, neredeyse 
              imaj ortalaması 1 ve 2. basamaklara kadar inmiş durumda olan şehirlerimiz 
              de kaçınılmaz olarak yaşamaktadır ve gerekli önlemler alınmazsa, 
              bu düşüş devam edecektir.
Bir şehrin marka olduğunu gösterir 
              en net kriterler nelerdir?
              Bir ürün veya şehrin adının devamlı marka olarak lanse edilmesi, 
              isminin bolca her yerlerde duyurulup, bilinirliğinin arttırılması 
              da onu asla markalaştırmaz. 
              Peki bir şehir için bunun ortalama kriterleri nelerdir?
              * Dizaynı (şehir estetiği), mimarisi (yol, köprü, meydan, park, 
              bahçe ve yerleşim yerlerindeki tüm yapıların (evler dahil) kreativitesi,
              * O şehirde yaşam kalite ortalamasının (altyapı, yol, köprü, meydan, 
              çarşı, pazar, turistik yerler vs.) en az “B1” segmentinde (4 yıldız) 
              olması,
              * Şehrin mutlaka dünya standartlarında planlaması, 
              * Estetik ve kültürel değerleri, 
              * Tarihi yapısının en doğru ve orijinal biçimiyle ortaya çıkartılıp 
              dünya standartlarında (kalitesinde) sunulması, 
              * Trafik dahil her konuda düzeni ve Yönetim, Pazarlama, İletişim 
              sistematiğindeki kalitesi, 
              * Şehirde gezilecek, görülecek yerlerin sayısı (Örneğin, 1 milyon 
              nüfuslu bir şehirde, insanların yoğun olarak gezmeye, görmeye gittikleri, 
              ortalama 10-15 önemli nokta / yerin olması, buralarda yoğun fotoğraf 
              çekiliyor olması gerekmektedir. Bu sayı şehrin hacmi arttıkça artar.),
              * Şehirde güvenlik, trafik, görüntü, ses ve çevre kirliliği gibi 
              önemli sorunların sıfır düzeyinde olması,
              * Markalaşmaya yönelik yatırımlar, 4 ve 5 yıldız (B1, A2 segmetlerinde) 
              önemli projeler,
              * Tanıtım etkinliği ve etkisi,
              * Şehrin ülke içindeki bilinirliği,
              * Ülke içinde insanların gitmek, görmek istediği yerler arasında 
              ilk akla gelen 5 şehir içinde sayılması,
              * Buna bağlı olarak o şehre gelen yerli turist sayısı (ilk 5’e girmek 
              gerekir), 
              * Turistlerin şehirde kaldığı gün sayısı (o şehre turistik amaçlı 
              gelenlerin en az 3 gün, o şehirde kalmak istemeleri, başkalarına 
              hararetle tavsiye edebilmeleri, hatta bir daha gelmek istemeleri 
              gerekir. Bugün San Francisco’ya gelenlerin %85’i birden fazla gelenlerdir.),
              * Gelenlerin şehre bıraktıkları para,
              * Şehir halkının gelir düzeyi (o şehirde yaşayan insanların gelir 
              düzeylerinin, ülkenin gelir düzeyi en yüksek ilk 5 şehrinden biri 
              olması),
              * Şehrin geneli konusunda, şehre gelen turistler üzerinde yapılan 
              “Müşteri Memnuniyeti Anketi” sonuçlarının “Pekiyi” derecede çıkması,
              * Şehirde yaşayan insanlara yapılan “Bu şehirde yaşamaktan memnun 
              musunuz?” anket sonuçlarının genellikle pekiyi derecede olması,
              * Belediyenin hiç borcunun bulunmaması (hatta fazla parası olması),
              * Belediye başkanının şehir halkı tarafından sevilip, sayılması, 
              vs, vs...
              Bütün bunlar bir şehrin (sadece ülke içinde) marka olması, “marka 
              oldu” denmesi için en belirleyici ana kriterlerden sadece bazılarıdır.
              Bu kriterlerin “çıta”sı dünya klasmanında bir şehir olmak için daha 
              da yükseklerdedir. Bu arada bilinmeli ki, ülke içinde marka olunmadan, 
              dünya çapında marka olunamaz (istisnalar hariç). Ve yukarıdaki kurallar 
              kısmen de olsa yerine getirilmeden yapılan her türlü reklam ve tanıtım 
              çalışması, pazarlama faaliyetlerine harcanan ya da harcanacak paralar 
              sadece israftır. Ancak ve maalesef görüyoruz ki, ülkemizde bazı 
              şehirlerin markalaşması böyle yapılmaya çalışılıyor; “ürün” kuvvetlendirilmeden 
              reklam, tanıtım çalışmaları yapılıyor ama görüldüğü gibi hiçbir 
              sonuç alınamıyor, alınamaz da... Çok iyi bilinmelidir ki, en iyi 
              reklam bile bir malı sadece bir kez satın aldırır; ikinci kez malın 
              kendisi kendisini satın aldırır. Yani öncelikle ürünlerin kalitesi, 
              yani şehirlerin kalitesi arttırılmadan dünyanın en iyi reklamlarını 
              da yapsanız, milyon dolarlar harcasanız da hiçbir sonuç alamazsınız, 
              bunu çok net olarak bilelim. 
              Şehirlerin kalitesi ve yukarıda belirtilen kriterler yerine getirildikten 
              sonra, şehirlere gelen insanların diğerlerine (yakın çevrelerine) 
              anlatacakları güzellikler, tavsiyeler, reklamın en etkilisini zaten 
              kendiliğinden yaptıracaktır. “1 mutlu müşteri, ortalama 5 yeni müşteri”, 
              “1 mutsuz müşteri ise, ortlama 5 kaybedilen müşteri” demektir, unutmayalım.
Şehirlerde marka çıkararak da 
              şehirler markalaşmaz
              Bu arada bir konuyu daha hatırlatalım; kitabımızın başında, “Nereden 
              çıktı bu marka?” bölümünde de şöylesine bir yazmıştık; bir şehirde 
              markalar çıkartarak, bazı ürünleri markalaştırarak, bir şehrin marka 
              olamayacağını... Bunun yanlış bir düşünce olduğunu aklımızdan çıkartmayalım. 
              Dünyada böyle bir şehir yoktur.
Neleri, nasıl düzeltmeliyiz? 
              
              Bir şehrin markalaşması, temel ve ağırlıklı olarak, önce o şehrin 
              halkı, hemen ondan sonra turist, daha sonra yatırımcıların mutlu 
              edilebilmesine yönelik çalışmalardır. Yani aslında, önemli bir “Müşteri 
              Memnuniyeti” sağlanması işidir. Bu memnuniyetin derecesi arttıkça, 
              markalaşmanın alt yapısı da kendiliğinden oluşur. 
              
              Şimdi şehirlerimizin öncelikle ürün olarak imajlarının düzeltilmesi 
              için neler yapılması gerektiğini, ülkemizi gezen, gören turistlerin 
              şikayet ve görüşleri dağrultusunda incelemeye çalışalım... Bu çalışmaların 
              özünü, bir turistin havaalanına, bir limana veya sınır kapısına 
              geldiği andan itibaren karşılaştığı çeºitli olumsuzlukların düzeltilmesine 
              yönelik çalışmalar olacaktır, bunların bazılarını inceleyelim;
              * Havalanları, limanlar ve sınır kapılarımızdaki uzun pasaport ve 
              otomobil kuyrukları, buralarda yabancı dil, kişilerarası iyi iletişim, 
              nezaket kurallarını bilmeyen eğitimsiz personel, klimasız salonlar, 
              pis tuvaletler, yetersiz danışma büroları, bu işlerle ilgili çirkin 
              binalar, çevre düzenlemeleri, genel temizlik... Her zaman ilk izlenim 
              çok önemlidir, bu yüzden turistlerin ülkemize ilk adımlarını attıkları 
              noktalara daha çok önem verilmeli, buralardaki olumsuzluklar algılama 
              yönetilerek mutlaka, kısa zamanda düzeltilmelidir.
              * Özellikle turizm ve danışma bürolarında şehirlerimizi anlatan, 
              bilgi veren broşürler, şehir haritaları yetersiz, çoğunun dizaynları 
              kötü. Bunlar işi bilenlerce yaptırılmalı, yapılmalıdır.
              * Şirketlerde Finans, Muhasebe, Pazarlama, İnsan Kaynakları, Mühendislik 
              vb. gibi teknik konular nasıl ki ele alındığında, sadece bu işle 
              ilgili kişilerle görüşülüp, toplantılar yapılıp, işler planlanıp, 
              yönetilip, uygulansa ve bu işlerin hemen tüm süreçlerinde bu işlerden 
              anlamayanlara hemen hiçbir şekilde fikirleri sorulmazsa; iş, sanat 
              ve estetik isteyen konular olunca, durum maalesef pek de aynı olmamaktadır. 
              Yani gündeme bir amblem, broşür yapılması, yeni bir web sitesi dizayn 
              edilmesi vs. işi geldiğinde, iş hemen herkesin ortasına koyulur, 
              anlayan da, anlamayan da, herkes fikir üretmeye, bir şeyler söylemeye 
              başlar. Ve genellikle bu ortamlarda işten anlayanlar hep azınlıkta 
              olduğundan, daha çok anlamayanların dediği olur ve sonuç, bu kitabımızın 
              birçok yerinde anlattığımız gibi, markalaşmak için harcanan paraların 
              büyük bir kısmının boşa gitmesi ve markalaşamamak şeklinde olur. 
              Görünen o ki, sonuçlarına baktığımızda, sebepleri buralara dayanan 
              imaj konusundaki gecekondulaşma, şehirlerimiz imar edilirken de 
              pek farklı olmamakta, yol, köprü, kavşak, park, bahçe, çarşı meydanlar 
              yapılırken de (büyük ihtimal) süreç aynı şekilde işleyince sonuç 
              işte böyle; “çirkin yapılaşma” şeklinde olmaktadır. Gelmek istediğimiz 
              konu şudur; bugünün şartlarında gerçekten bazı şehirlerimizi markalaştırmak 
              istiyorsak, bu şehirlerimizin estetiğinin en başta ve çok acil olarak 
              ele alınması şarttır. Bir öneri... Yapılacak işlerde gerçek başarı, 
              iyi, istenen sonuçları alabilmek için (biraz önce kısaca değinmiştik) 
              bu şehirlerimizde öncelikle belediyeler bünyesinde;
              - Başta mimarlar olmak üzere, dekor, grafik, fotoğraf, moda, resim 
              vb. sanatçılardan oluşan (bu kişilerin mutlaka kendi konularında 
              yüksek eğitimli olmaları, mesleklerinde tercihen, en az 10 yıllık 
              iş tecrübeleri olmaları gerekir) “Artistik Komite”ler kurulmalı, 
              
              - Bu komiteler şehrin nereden gelip, nereye gideceğini, değerlerini, 
              şehirde yapılması ve yapılmaması gereken her şeyi, tüm detaylarına 
              inerek, çeşitli konularda (Tarih, Coğrafya, Ekonomi, Pazarlama, 
              Sosyoloji, Psikoloji, Basın vs.) danışmanlardan da destek alarak 
              iyice incelemeli,
              - Şehrin tarihi, kültürel, sosyal vs. dokusu asla bozulmadan son 
              kez planlanmalı, 
              - Bu komitelerin hazırladığı planlar oy birliği ile kararlaştırıldıktan 
              sonra başka şehirlerin bu şekilde oluşturulmuş, en az 3 komitenin 
              de onayı alındıktan sonra, şehri yönetenlerin onayına sunulmalı,
              - Bundan sonra sadece onaylanan bu plan yürürlüğe koyulmalı ve en 
              az 20-30 yıl uygulanmalıdır (belediye başkanları böyle uzun vadeli 
              bir işe yanaşmayabilirler, çünkü gelecek seçimlerde kazanıp kazanamayacakları 
              belirsizdir. Ancak bu kitabın mantığı ve kapsamında, dünyanın kabul 
              ettiği bilimsel doğrularda, büyük bir samimiyet ve arzu içinde bir 
              şehri markalaşma operasyonuna sokmak, çalışmalar yürürken ortaya 
              çıkan sonuçlar en başta o şehrin halkı, daha sonra dış çevre tarafından 
              çok kısa zaman içinde algılanmaya başlayacağından, o şehrin belediye 
              başkanı da çok uzun süre o şehri yönetmeye devam edecektir, bunu 
              unutulmayalım. Yapılan her iyi hareket, mutlaka iyi karşılık görür. 
              Kısa vadeli projelerle bir şeyler yapmaya çalışanların da kısa vadeli 
              olacakları kaçınılmazdır. Bunun bol miktarda örneği ortadadır).
              - Komitelerin hazırlayacağı bu planlar, kısa, orta ve uzun vadeli 
              hedef ve projeleri kapsamalı, ortalama 5 yıl içinde yapılacak acil 
              çalışmalar (inşaatlar) bitirildikten sonra, artık bu şehirlerin 
              içinde (şehrin çekirdeğinde) restorasyon, küçük tamir ve bakım çalışmaları 
              dışında hiçbir şekilde, hiçbir inşaata izin verilmemeli, markalaşacak 
              şehirlerin en başta “çekirdek”lerinde inşaatlar tamamen bitirilmeli, 
              yasaklanmalıdır (bu şehirlerin “çekirdek” sınırları çizilmeli, yeni 
              inşaatlar sadece bu sınırların dışına yapılmalıdır),
              - Şehirlerde bu “Artistik Komite”lerin izni, onayı olmadan çivi 
              çakılmamalı, çok kısa sürede şehrin çirkinliğini oluşturan her şey 
              mümkün olabilecek estetiğe kavuşturulmalı, çirkin yapılaşma, gecekondular, 
              tabela curcunası, yamuk-yumuk yollar, binalar, elektrik direkleri, 
              park-bahçe, meydanlar vs., kısaca bu komitenin gözüne çarpan her 
              şey mümkün olan en kısa sürede revizyondan geçirilmeli, şehir B1 
              segmentine (4 yıldız) çıkacak bir doğrultuda adım adım, sabırla 
              dizayn edilmeli, markalaşma yolunda şehir estetiği en önemli iş 
              olmalıdır. Güzel, albenisi olmayan hiçbir ürünü kimse satılamaz, 
              unutmayalım. Bu da sadece ve sadece sanat eğitimli sanatçılarla 
              olur.
              - Çirkin yapılaşmanın azaltılması için bir öneri; her yapılan binanın 
              girişine o binayı yapan, mimar veya müteahhitin isimlerinin olduğu 
              kalıcı (mümkünse mermerden, duvarın dokusunda, duvardan çıkayacak 
              şekilde) plaketler 
              koyulması yerinde olacaktır (bu plaketler, bu binaları yapan kişiler 
              için gereken reklamı zaten kendiliğinden yapacaktır).
              - Şehirlerde bu “Artistik Komite”lerin yanında mutlaka Finans, Muhasebe, 
              Pazarlama, İnsan Kaynakları, çeşitli mühendislik gibi teknik konularda, 
              uzman kişilerden oluşan (bu kişilerin mutlaka kendi konularında 
              yüksek eğitimli olmaları, mesleklerinde tercihen, en az 10 yıllık 
              iş tecrübeleri olmaları gerekir) “Teknik Komite”ler de oluşturulmalı, 
              bu komiteler direkt belediye başkanlarına bağlı olarak ve entegrasyon 
              içinde çalışmalıdırlar.
              * Bütün cadde ve sokaklara isim tabelaları koyulmalı (bu yerli ve 
              yabancı turistler için son derece önemlidir),
              * Bütün işaret ve yön levhaları algılama yönetilerek koyulmalı (yabancı 
              turist hedeflenen şehirlerde İngilizce’lerinin de yazılması yerinde 
              olur),
              * Bütün sahil şeritleri, plajlar halka açılmalı, yazlık siteler, 
              tatil köyleri vs. tarafından özel mülk haline getirilmesine izin 
              verilmemelidir (dünyada bütün sahiller halkındır, halka açıktır).
              * Turistik tesis adına doğayı katleden yatırımlar acilen ve kesinlikle 
              durdurulmalı,
              * Yeşil alanlar attırılmalı, ağaçlar dikilmeli (örn. belediyelerimizce 
              İstanbul’daki yeşil alanların arttırılması, kreativitesi yüksek 
              parkların yapılması, düzenlenmesi çok çok iyi gelişmelerdir; diğer 
              şehirlere örnek olmaktadır),
              * Özellikle turizm sezonlarında;
              - Cadde ve sokakların temizliği daha fazla önemsenmeli, çöpler zamanında 
              toplanmalıdır,
              - Yol kazıları, kaldırım yenileme çalışmaları asla yapılmamalı,
              - Turistlere zorla bir şeyler satmak isteyen dükkan sahipleri ve 
              satıcılar zabıtaca denetlenmeli, önlenmeli,
              * Şehirlerdeki tüm gürültü odakları saptanmalı (bu çok önemli!), 
              çözümler üretilmeli. Özellikle turistik yerlerde, halk plajlarında 
              (Beach-Club’lar hariç) müzik yayınları mutlaka yasaklanmalı (plajlar 
              eğlence yeri değil, dinlenme yerleridir, bu dünyanın her yerinde 
              böyledir, ayrıca zaten günümüzde herkesin cep telefonlarında bile 
              müzik varken!), buralarda gürültü yapıp, bağırıp-çağırarak eğlenenler, 
              top oynayarak çevresindekileri rahatsız edenler mutlaka engellenmeli, 
              plajlar zabıtalar ve turizm polislerince belirlenmiş kriterlere 
              göre mutlaka denetlenmelidir.
              * Şehir içinde park ve bahçelerde (şehir dışındaki özel piknik alanları 
              dışında) piknik yasaklanmalıdır Bu durum şehir estetiği ve turistik 
              açıdan son derece kötü bir manzara arz etmektedir. Bu durum şehir 
              kalitesini, dolayısıyla imajını da aşağılara doğru düşürmekte, turist 
              gözüyle bu görüntüler hiç de iyi olmamaktadır.),
              * Trafikte genel ve ağırlıklı olarak kırmızı ışıkta geçen araçlar 
              denetlenmekte, cezalandırılmaktadır. Ancak bunların dışında tüm 
              trafik kuralları hepsi birbirinden önemlidir ve mutlaka aynı hassasiyetle 
              denetlenmeli, cezalandırılması gerekenler derhal durdurulup, cezalandırılmalıdır. 
              Örneğin;
              - Taşıt girmesi yasak / trafiğe kapalı caddelere giren, buralarda 
              insanların rahatça dolaşmalarını zora sokan arabalar, motosiklet 
              ve bisikletliler (Dünyanın hiçbir gelişmiş ülkesinde trafiğe kapalı 
              alanlara bisikletlilerin bile girmesine kesinlikle yasakken, baz 
              ıülkelerde bisikletlilerle birlikte motorsikletler, hatta resmi 
              araçlar halkın arasında serbestçe dolaşmakta, insanları rahatsız 
              etmekte, bu iş yeterince ciddiye alınmamaktadır. Özellikle markalaşmanın 
              
              hedeflendiği şehirlerde bu durum mutlaka ve kesinlikle yasaklanmalı,önlenmelidir).
              - Özellikle tatil yörelerinde egzosları pis duman çıkartan tüm motorlu 
              araçlar,
              - Yüksek gürültü yaparak motosiklet kullananlar, insanları rahatsız 
              edenler,
              - Yaya geçitlerinde yayaları görünce durmayan, yol vermeyen araçlar 
              (Dünyanın gelişmiş, ileri bütün şehirlerinde bir yaya, yaya geçidine 
              geldiğinde, ona tüm araçlar sanki o anda, orada bir kırmızı ışık 
              varmış da yanmış gibi durmak, kar-şıya geçmek için kaldırımda bekleyen 
              yayalara yol vermek zorundadır. Bu, bu ülkelerde çok uzun yıllardır 
              çok katı uygulanan, en başta gelen, en önemli ve cezası ağır olan 
              trafik kurallardan biri iken, böyle bir kural bazı ülkelerde hala 
              hafife alınmakta, tam olarak uygulanmamaktadır. 
              * Şehir estetiği ile ilgili bir konu; özellikle markalaştırılması 
              istenen şehirlerde üst yaya geçitleri tamamen kaldırılmalıdır (Dünyanın 
              gelişmiş, marka olmuş şehirlerinde, en güzeli bile şehir estetiğini 
              negatif yönde etkilediğinden üst yaya geçitleri yoktur, yapılmaz. 
              Yayanın karşıdan karşıya geçmesi ya trafik ışıkları, ya yaya geçitleri 
              ya da alt geçitlerle sağlanmaktadır. Yani yayalar için üst geçit 
              yok; alt geçitler vardır.),
              * Kırmızı ışıkta duran arabalara üşüşen çocuklar, cam silip para 
              isteyen, yapışan satıcılar, yolda yürüyenlere, turistlere zorla 
              bir ºeyler satmaya çalışan, para isteyen çocuklar, dilenciler daha 
              fazla gecikmeden, sayıları artmadan mutlaka engellenmelidir.
              
              Ve... 
              Evet biliyorum, burada yazdıklarımızın çoğuna birçok kişi gülmüştür 
              ve “Bunlar da olur mu canım” demiştir. Doğrudur; haklılar; ancak 
              bunlar benim değil, maalesef dünyanın ileri ülkelerinin, marka olmuş 
              şehirlerinin doğrularıdır. Bu şekilde birçok konuda, bu doğrularla 
              başarılı olmuşlardır ve bunları bir sır gibi saklamamaktadırlar. 
              Yani her şey ortadadır; merak edenler, gidip görebilir, uygular, 
              başarılı olurlar. Önemli olan bakmak değil, görebilmek ve detaylara 
              inebilmektir. 
              
              İşte yukarıda, sadece bir bölümünü yazdığımız konular, aslında turistlerden 
              önce ülkemizde yaşayan insanların çözümlenmesini beklediği, aslında 
              çok basit konular, sorunlar... Ancak sorunlar zamanında çözümlenemeyince, 
              her geçen gün çözümleri daha da zor olmaktadır. Şu an da ülkemizin 
              sorunları çoktur ama çoğu aslında çok kısa sürelerde çözümlenebilecek 
              sorunlardır. Önemli olan bu sorunları gerçekten çözmek istemek ve 
              en önemlisi işi sedece bilenlerle yapmaktır. Biz bugüne kadar bizi 
              anlayanlarla bilgilerimizi zaten paylaştık, paylaşıyoruz. Bu arada 
              gerçekten şehirlerini markalaştırmak isteyenler olursa da bilgimizi 
              ve dünya tecrübemizi paylaşmaya hazırız; ama önce gerçekten istemek 
              şart...
Sonuç;
              Yukarıda okuduk, gördük; markalaşma çalışmaları (konu şehir de olsa 
              sistematik değişmez), 12 ayrı modülden oluşan kısa, orta ve uzun 
              vadeli birçok teknik ve artistik konunun, stratejik olarak planlanıp, 
              uygulanmasını, denetimini gerektiren, bir sürü hedefin gerçekleştirilmesiyle 
              elde edilebilecek çok detaylı bir iş, bir çalışma sistematiğidir. 
              Bu da bilinen, tahmin edilenin çok ötesinde, gerçek uzmanlık derecesinde 
              bilgiyi, yoğun iş tecrübesini, birçok artistik ve estetik konudan 
              anlamayı, bunların entegrasyonunu, bilgiye saygıyı, sabrı ve dünyayı 
              bilmeyi gerektiren bir konudur. Ve “Marka yaratmanın 10 kuralı”, 
              “Markalaşmanın 20 kuralı” vs. gibi kitapları, yazıları okumakla 
              (hatta bu kitabı okumakla) ve sadece reklam yaparak, “Biz marka 
              olduk” ya da “Marka Şehir X”, “Marka Şehir Y” demekle ve bunu herkese 
              yaymakla (sadece bu lafı kafalara yerleştirmekle), bir ürünü bile 
              markalaştırmak mümkün değilken, bir şehri markalaştırmak asla mümkün 
              değildir. 
              
              Bir şehrin marka olması o kadar zor bir iş değildir; kolay da değildir. 
              Çok az para harcayarak bu işi yapmak mümkünken, milyar dolarlar 
              harcasanız da bir şehri markalaştırmanın asla mümkün olamayacağını 
              unutmayalım.
              Dünyamızın bütün insanlarına, sevgi ve saygılarımla…
              
              Mehmet Ak, "Marka Yönetimi ve İmaj" kitabından.
              
